30 Mayıs 2007 Çarşamba
BILIM VE TEKNOLOJIDE GELECEK 50 YIL
Aylık popüler bilim, teknoloji ve kültür dergisi Focus, Haziran sayısında geleceğin dünyasına bir yolculuk gerçekleştiriyor. Geleceği öngörmek adına çıkılan bu yolculukta, önümüzdeki 50 yılda dünyanın nasıl şekilleneceğinin ipuçlarını bulacaksınız.
GELECEĞİN GÖKDELENLERİ
Pekin'deki televizyon tüneli, New York'taki Özgürlük Anıtı, Londra'daki Bridge Tower, Şanghay Dünya Ticaret Merkezi ve İstanbul'un Boğaziçi Kuleleri...
HAYAL ÜRÜNÜ BİR HAYVAN GEZEGENİ
NASA ve SETI araştırmacılarının, bilimsel verilere dayanarak hazırladıkları Dünya büyüklüğündeki bir gezegende evrim nasıl gelişti?
BİLİM ADINA YAPILAN EN KÖTÜ İŞLER
Biz istediğimiz kadar onları başımızın üstünde tutalım, bilim insanlarının meslek adına yaptıkları fedakarlıkların ve çektikleri çilelerin haddi hesabı yok!
2050: SEKS ÇAĞI BAŞLIYOR!
Utandığımız, mahremiyetimizin en önemli kısmını oluşturduğuna inandığımız cinsellik, yoksa özel hayattan çıkıp kamusal alana mı taşınacak?
BİLİMİN GELECEĞİ
Bilim o kadar hızlı gelişiyor ve ilerliyor ki... Acaba bilim dünyasının 50 yıl sonrası için hazırladığı süprizlerin farkında mısınız? Gezegenler, Doğurganlık, İklim, Beslenme, Beyin, İnsanın kökeni, Cinsiyet, Uzay yolculuğu, Salgın hastalıklar, Veri bilimi, Malzeme bilimi, Nanoteknoloji, Doku mühendisliği, Kozmoloji ve Uzun yaşam...
HAVACILIĞIN TARİHİ
İnsanoğlu gökyüzünde uçmaya uzun yıllar önce başladı. İşte size, havacılık tarihinin en büyük atılımlarına hızlı bir bakış.
UZAY ASANSÖRÜ
Bilimkurgu değil, fantezi hiç değil! Uzay asansörüyle evrenin kenarına gitmek, sandığımızdan çok daha kısa bir süre içinde günlük rutinimiz haline gelecek.
28 Mayıs 2007 Pazartesi
FATIH SULTAN MEHMED
İlk hükümdarlık tecrübesini 12 yaşında tattı. Bu ilk tecrübesi çok kısa sürse de, 19 yaşında yeniden tahta geçti ve 21 yaşında İstanbul'u fethedip, Osmanlı Devleti'ni bir imparatorluğa dönüştürdü... O artık karaların sultanı ve iki denizin hakanı Fatih Sultan Mehmed idi...
Edirne Sarayı. 575 yıl önce. Çok uzun geçen bir gece. Güneş, dünya denilen bu çileli gezegenin insanlarının yedi günle sınırladığı haftalardan bir diğerine, herhangi bir pazar gününe daha ha doğdu ha doğacak. Karanlık koridorlarda bir koşturma, bir telaş... Gece, en sonunda, tüm karanlığını toplayıp gitmeye yeltenir ve yeni gün, cılız ışıklarıyla, aşabildiği her boşluktan saray duvarlarını aşıp loş koridorları olabildiğince aydınlatma telaşına düşerken, beklenen haber nihayet salınıyor ve fısıltılar halinde kulaktan kulağa yayılıyor. Çok geçmeden fısıltılardan oluşan bir dere çağıldayarak saray duvarlarını aşacak ve önce başkent sokaklarına, sonra da Osmanlı'nın tüm kuytularına, köşelerine minik şehzade dünyaya gözlerini açtı haberini yayacak... O şimdilik, II. Murad'ın üçüncü oğlu olması gibi çok önemli bir istisna dışında, bildiğimiz herhangi bir bebek. Ancak, kimliği üzerine pek de fazla bilgi olmayan Hüma Hatun'un dünyaya getirdiği bu küçük şehzade, büyümekte hiç de gecikmeyecek. 12 yaşında ilk hükümdarlık tecrübesini tadacak. Evet, bir ara hükümdarlıktan uzaklaştırılacak. Ama sonra geri gelecek. Çok yol alacak. Önüne çok büyük hedefler koyacak. Ve bunun için aslında çok da beklemeyecek. Henüz 21 yaşında iken İstanbul'u fethedip, Osmanlı Devleti'ni bir imparatorluğa, imparatorluğun kuruluş dönemini yükselişe, dünyanın ortaçağ olarak adlandırdığı dönemi de yeniçağa dönüştürüp, Osmanlı'nın en büyük hükümdarı diye anılacak ve bundan böyle "Fatih" diye adlandırılacak... Peki, bizler, bürokrasiden saray teşkilatına, maliyeden askeri örgütlenmeye, mimariden eğitime kadar devlet ve sosyal kurumların oluşmasında önemli rol oynayan Fatih'e dair bundan fazla ne biliyoruz? Nasıl bir çocukluk yaşadı örneğin? Nasıl yetiştirildi? Askeri başarılarının ardında yatan, onu, çocuk yaşıyla kıyaslandığında neredeyse boyundan büyük işlere kalkışmaya iten güdü neydi? Tarihin tozlu sayfalarında çocukluk döneminin ilk günlerine, ilk yıllarına dair büyük harflerle düşülmüş yığınla not yok. Öyleyse, en iyisi elimizdeki net bilgilerle yetinmek ve İstanbul'un fethi dışında daha pek çok başarıya da adını yazan bir hükümdarın izinde zaman tünelinde adım adım ilerlemek... Yıl 1443. 30 Mart 1432'de dünyaya gözünü açan küçük şehzade artık 11 yaşında... Gelenek onun için de işletilecek ve Osmanlı geleneklerine göre devlet yönetimini öğrensin diye Manisa'ya sancakbeyi (vali) olarak gönderilecek. 11 yaşında bir çocuk böylesi bir durumda neler hisseder, ne tür duygularla boğuşur? Bunu bilmiyoruz. Ancak, bildiğimiz bir şey var. Çok daha ağır bir sorumluluk biraz ileride onu bekliyor. Ve tarih sayfaları bizlere, Manisa'ya yerleştikten yaklaşık bir yıl sonra -bitip tükenmek bilmeyen savaşlar ve küçük yaşlarında yitirdiği ilk oğlu Ahmed'in ardından büyük oğlu şehzade Alaeddin'in de ölümüyle artık iyice yıpranmış olan- babası II. Murad tahtı bıraktığında, henüz 12 yaşında, Osmanlı padişahı olduğunu söylüyor. Peki bu yaşta bir çocuk, hükümdarlığı nasıl algılar? Bir devleti yöneten kişi olarak görülmek, onun için nasıl bir anlam ifade eder? Tarih, kimsenin merak etmeyeceğini düşündüğünden olsa gerek, duygulara çok az yer veriyor. Bu yüzden çocuk yaştaki hükümdarın ilk iktidarının ilk yıllarındaki duygularını da es geçiyor ve yine iyi bildiğimiz bir yere geliyoruz: 12 yaşındaki hükümdarın bu ilk iktidarı uzun sürmeyecek ve küçük padişah, iktidara sahip olmak isteyen vezir grupları arasında otorite kuramayınca, iki yıllık hükümdarlığının ardından, Veziriazam Çandarlı Halil Paşa'nın bir oldu bittisiyle tahtı babasına terk etmek zorunda kalacak. Ama anlaşılan o ki, II. Mehmed, henüz çok genç yaşta olmasına rağmen oldukça hırslı, kendini hâlâ hükümdar olarak görüyor; Manisa sancakbeyliği sırasında bir hükümdar gibi davranmaya devam ediyor. Kim bilir, belki de daha o yaşta, sadece Osmanlı hanedanının en büyük padişahı olmakla kalmayıp, aynı zamanda III. Roma İmparatoru olarak anılmayı kafasına çoktan koymuş, sabırla günlerin geçmesini bekliyor... 18 Şubat 1451... II. Mehmed 19 yaşında ikinci kez tahta çıkıyor. Artık aklında, bir rüyayı gerçekleştirmek var: İstanbul'u fethetmek...
25 Mayıs 2007 Cuma
Zaman sizi yönetmesin Sız zamanı yönetin!
Zaman bugün kıymeti çok az anlaşıl¬mış bir kavram. Özellikle Türkiye'de birçok kişinin hala saat taşımıyor ol¬ması da hayret verici. Bir kişinin zamanını nasıl geçirdiği, o kişi hak¬kında size birçok ipucu verebilir. Küçük yaş¬lardan itibaren bana en büyük sermaye ve re¬kabet gücü olan zamanı en iyi şekilde kullan¬mam gerektiği öğretildi. Çoğu zaman çev¬remdeki insanlar "Senin yaptıklarını düşü¬nünce bile yoruluyorum" veya İş hayatında "Taner, senin ikizin yok değil mi?” derler.
"Çok yoğunum", “Çok isterdim", “Sonra baka¬rız" gibi birçok bahane ile kendimizi sürekli kandırırız ve kendimizi haklı görmek isteriz. Aslında zamanımızı yönetmek hayatımızı ve kendimizi yönetmektir; istediklerimizi ger¬çekleştirmek, sevdiklerimize, hobilerimize, en önemlisi kendimize zaman ayırmaktır. Bugün işe alımlarda en önemli kriterlerden biri, iş dışındaki hobilerimiz ve zamanımız! nasıl değerlendirdiğimiz. İnsanın iş hayatın¬daki başarısı, iş dışında zamanını nasıl de¬ğerlendirdiğinle orantılı.
Zamanımı nasıl bu kadar iyi yönetebildiğim! sizlerle paylaşmak istiyorum: Haftada mini¬mum 10 saatimi spora, 10 saatimi kitap ve dergi okumaya, 10 saatimi TV seyretmeye, haftada en az 1 kere sinema, tiyatro faaliye¬tine, en az 1 kere dernek faaliyetine, her ak¬şam muntazam en az 30 dakika ailemle soh¬bet etmeye, haftada en az 1 kere ailemle dı¬şarıda yemek yemeğe, 2 haftada bir düzenli olarak ailemle zaman geçirmeye, haftada en az 1 kere yakın dostlarımla beraber olmaya, her akşam 1 saat mail okumaya veya makale yazmaya, yılda düzenli 3 hafta seyahate çıkmaya zaman ayırabiliyorum. İki çocuk babası olmam, bir şirketinin genel müdürlüğünü yapmam dışında, sosyal der¬nekler bünyesinde yılda yaklaşık bin kişiye eğitim veriyorum. Her türlü iş, dernek ve eğitim amacıyla birçok toplantı ve eğitime katılırım. Televizyon, radyo, kokteyl ve rö¬portaj "taleplerinin çoğunu kabul ederim. Bunları başarmamın en önemli kuralı herşeyi mümkün olduğu kadar önceden planla¬mam, ve önceliklerimi yazmam. İş hayatı ile İlgili 20 tavsiyemi sizlerle pay¬laşmak istiyorum:
1-Sabah güne erken başlayın, 6 saat uykuy¬la yaşamasını öğrenin ve sabah mutlaka bir-şeyler okuyun. Güne erken başlarsanız, siz günü kontrol edersiniz. Güne trafiği yakalanmamak için 15 dakika erken başlamak size çok zaman kazandıracaktır. Geliriniz müsaitse evinizin ve işinizin birbirine yakın olmasına gayret edin.
2-Akşam toplantınız veya sosyal biri tiniz varsa sporunuzu sabah erken öğlen saatlerinde yapın. Evinizde mutlak; şu bandı veya bisiklet bulunsun.
3-Güne mutlaka kuvvetli bir kahvaltıyla pozitif düşünerek başlayın. Bu, gün enerjinizi sürdürmenizi sağlayacaktır.Yapmış olduğunuz faaliyet kadar onun kalitesi de önemlidir.
4-Aile, hobi ve tüm iş dışı randevularınızı iş randevusu gibi ajandanıza yazın ve bunları gerekmedikçe değiştirmeyin. Zamansızlığın en büyük nedeni plansızlıktır!
5-Sabah işe girdiğinizde mutlaka herkese “günaydın” veya “nasılsın" deyin ve tüm şirketi turlayın. Bu şirket büyüklüğüne göre 10-15 dakikanızı alacak ama size elemanlarınız hakkında birçok bilgi toplamanıza ve önemli konuları size aktarmalarına fırsat verecek, güven ilişkilerinizi arttıracaktır.
6- Kısa konuşmayı Öğrenin. Kısa konuşmalar çok kişiyle görüşmenizi sağlayacağı gibi, insanlarla güven iliksinizi artıracaktır. Bu, iş veya sosyal alanda fark etmez!
7-Şirket toplantılarını mümkün olduğunca erken kahvaltı veya öğlen yemeği zamanı yapın.Gündemi önceden belirleyin ve hedef sürenizi aşmayın.
8-İlk randevunuzu sabah erken saatte evinize en yakın (şirket evinizden uzak ise veya trafik problemi yaşıyorsanız) ve en sonuncusunu evinize en yakın yerde alın. Bu şekilde iki fazla ziyaret yapmış olursunuz.
9-Trafiğin yoğun olduğu saatlere randevu almayın.Ofisinizden çok uzaktaki randevularınızı gün ortasına almayın.
10-Şehir dışı ziyaretlerinizde günde minimum 4 randevu alın (bunun için çok önceden planlamanız lazım).
11-Her randevuyu almadan düşünün, gerçekten gerekli mi? Telefonda halledebileceği görüşmeler için boşuna zaman kaybetmeyin. Mümkünse ofisinize davet edin.
12-Mutlaka bir randevu defteriniz veya ajandanız olsun. Randevularınızı minimum 3 hafta sonrası için alın. Çoğu satış temsilcisi, aynı hafta için randevu almak istediklerin¬den ziyaret hedeflerini tutturamazlar. Çok önceden aldığınız randevuları muhakkak 1 gün öncesinden teyit edin.
13-İşinizle ilgili her türlü faaliyete, toplantı¬ya katılmaya gayret gösterin. Ama, bu top¬lantıların tümüne değil, en çok sosyalleşeceğiniz saatlerine hiç katlamıyorsanız, kokteyl veya öğlen yemeğine katılın.
14-Telefon ve tüm görüşmelerinizi minimum¬da tutun. Randevu alırken veya ziyaret başın¬da karşınızdakinin zamanını ve zamanınız azsa kendi zamanınızı nazikçe belirtin.
15-Ailenizin ve yakın arkadaşlarınızın önemli davetlerini, cenazelerini, hasta ziya¬retlerini, doğum günlerini ve evlilik yıldönümlerini, şirket açılışlarını sakın kaçırma¬yın. Zamanı yaratın.
16-Önceliklerinize hedef ve zaman verin ve her gün üzerinden geçin. Kafanızdaki zaman bazen gerçekçi olmayabilir. Tecrübe ile bu konuda başarınız; arttırabilirsiniz.
17-Hayır demesini bilin ve mümkün olduğu ka¬dar İş arkadaşlarınızın sizi çalışırken bölmele¬rine izin vermeyin. Bu konuda bir süre sonra si¬zi gereksiz şekilde rahatsız etmeyeceklerdir.
18-Seyahatlerde mutlaka kitap okuyun veya laptop'unuzdaki maillerinizi temizleyin. Ya¬nınızda-daima dergi ve kitap taşıyın.
19-Kahvaltı veya öğle yemeklerini boş geçir¬meyin. İş arkadaşlarınızla veya çalışanları¬nızla hatta ailenizle geçirin.
20-İş, aile, sosyal hayat ve kendini¬ze ayırdığınız zamanı dengede tu¬tun. Bu sizi daha mutlu, dengeli, yaratıcı ve pozitif yapacaktır. Unutmayın zamanı her zaman da¬ha iyi yönetebilirsiniz, ama bunu is¬temeniz ve üzerinde çalışmanız ge¬rekir. İş hayatında zamanı nasıl yö¬nettiğiniz, günümüzde en büyük rekabetçi güçtür.
Yazıyı ufak bir öyküyle noktalamak istiyo¬rum: Birgün Amerika Başkanı Abraham Lincoln’e sorarlar. Üniversitemizde bir ko¬nuşma yapmanızı istiyoruz. Roosevelt "Za¬manımız vardır herhalde1 der. 2 hafta diye yanıtlarlar. 0 zaman "Herhalde 2-3 saat ko¬nuşma sürem vardır" demiş. Hayır efendim, 15 dakika süreniz var, demişler. Roosevelt dönmüş, "Bakın" der, “Eğer 2 saat konuşmam gerekiyorsa, 2 hafta hazırlık süresi yeter. Ama eğer 15 dakika konuşmamı isterseniz, minimum 2 ay önceden hazırlık yapmam la¬zım.”
Bugün mükemmel olmak için , önceden plan¬lamak, öncelikleri belirlemek ve zaman çok iyi kullanmak lazım. Özel hayatınızda veya iş hayatınızda ne yaparsanız yapın, zamanızın değerini bilerek kullanın. İnsanlar yoğun ol¬dukları için değil, plansız ve programsız ol¬dukları için, sorumluluk almamak için aile¬lerine, yakın arkadaşlarına, en önemlisi ken¬dilerine zaman ayıramazlar. Çok geç olma¬dan 20 kuralı uygulamanızı öneririm. Hayat sizi yönetmesin, siz hayatı yönetin.
24 Mayıs 2007 Perşembe
For the Love of a Good Burger
I’M sure you know how to make a burger. But do you make a burger you love, one that people notice, one that draws raves?
In a world where “burger” most often means a thin piece of meat whose flavor is overwhelmed by ketchup, mustard, pickle or onion, it doesn’t take much effort to make a better one. In fact, it’s almost as easy to cook a really great burger as it is to cook a mediocre one.
When I was young, my mother and her friends produced good burgers. They used different butchers , had different preferences (chuck, round ), and cooked .
A favorite recipe in the neighborhood called for garlic powder, an exotic ingredient ; chopped onion; and — gasp! — Worcestershire sauce. This avant-garde recipe was treasured and shared sparingly.
What the burgers of my childhood all had in common was high-quality meat, and this is exactly what is missing from most of the backyard barbecues I visit. I see people buying everything from packaged ground meat to frozen patties. With these ingredients, the best they can hope for is to mimic fast food.
The key is to avoid packaged ground meat. When you buy it, you may know the cut of the meat — chuck, for example — and the fat content.
But you have no way of knowing whether the meat came from high- or low-quality animals. It could come from dozens of animals, and they could all be poor-quality animals — old dairy cows, for instance, rather than cattle raised for beef. The meat from these animals is ground together in huge quantities.
If the aesthetics of that don’t give you pause, consider the health concerns. Massive batches of ground meat carry the highest risk of salmonella and E. coli contamination, and have caused many authorities to recommend cooking burgers to the well-done stage. Forgive my snobbishness, but well-done meat is dry and flavorless, which is why burgers should be rare, or at most medium rare.
The only sensible solution: Grind your own. You will know the cut, you can see the fat and you have some notion of its quality.
“Grinding” may sound ominous, conjuring visions of a big old hand-cranked piece of steel clamped to the kitchen counter, but in fact it’s not that difficult. As the grinder was an innovation in its day, the food processor has taken over. It does nearly as good a job — not perfect, I’ll admit — in a couple of minutes or less.
Take a nice-looking chuck roast, or well-marbled sirloin steaks or lamb shoulder. Cut the meat into one- to two-inch cubes, and pulse it with the regular steel blade until it’s chopped.
If you have a 12-cup food processor, you can do a pound or a little more at a time; with a smaller machine, you’ll need to work in batches. You can do a few pounds at a time and freeze what you won’t use immediately, or you can grind the meat as you need it.
There are a few rules here. One, buy relatively fatty meat. If you start with meat that’s 95 percent lean — that’s hardly any fat at all — you are going to get the filet mignon of burgers: tender, but not especially tasty. If you use chuck or sirloin, with 15 to 20 percent fat — still quite lean by fast-food standards, by the way — you’re going to get meat that is really flavorful, along with the good mouth-feel that a bit of fat brings.
The same holds true with lamb, though the selections are in fact easier, because the shoulder cuts of both animals contain enough internal fat that they’ll remain moist unless you overcook them horribly.
Next, don’t overprocess. You want the equivalent of chopped meat, not a meat purée. The finer you grind the meat, the more likely you are to pack it together too tightly, which will make the burger tough.
The patties should weigh about 6 ounces each: not small, but not huge, either. Handle the meat gently. Make the patties with a light hand, and don’t press on them with a spatula, like a hurried short-order cook.
Finally, season with salt and pepper aggressively. I’d start with a large pinch of salt and a bit of pepper and work up from there. If you grind your own beef, you can make a mixture and taste it raw.
If you are cautious, you can cook a little meat and then taste it. Though there are virtually no reported cases of trichinosis , few people will sample raw beef — or lamb, with which the danger is even less. So the thing to do is season the meat, then cook up a spoonful in a skillet, taste and season as necessary.
A final word about seasoning: Remember that the burger is the cousin not only of the steak — which often takes no seasoning beyond salt and pepper — but also of the meatloaf and the meatball, both of which are highly seasoned. Think about adding minced garlic in small quantities (we’ve moved beyond garlic powder, no?), chopped onion, herbs (especially parsley), grated Parmesan, minced ginger, the old reliable Worcestershire, hot sauce, good chili powder and so on. It’s hard to go wrong here.
Then there’s the grilling: Burgers cook so fast that the heat source doesn’t matter much. You want a hot fire, but not a blazing hot one; that fat, as we all know, is quick to ignite. The rack, which should be very clean, should be three or four inches above it.
Turn the burger only after the first side releases its grip on the grill, after a few minutes; if you don’t press with the spatula, you’ll get less sticking, too. Cooking time depends on the size of the burger, of course, but mine take about 6 to 8 minutes total, for rare to medium-rare. Beef takes a little longer, but not much.
The grilling is the easy part. The more important steps are shopping and grinding. The difference they make, you will find, is astonishing, and will change your burger-cooking forever.
21 Mayıs 2007 Pazartesi
AH AZ YIYEBILSEM?
Diyet yapmak isteyip, iştahına engel olamayanlara önerilerde bulunan uzmanlar, gün içinde sık ve az öğünler yemenin, iştahın kontrolden çıkmasını önlemenin en kolay yolu olduğunu belirtiyor.
Uzmanlara göre, yeme isteğinin kontrol altında tutulması, atıştırma krizinden kurtulmak için sağlıklı karbonhidratlara yönelinmesi, bol bol su içilmesi, yiyeceklerin iyice çiğnenmesi ve güç gerektiren egzersizlerin yapılması gerekiyor.
Beynin, vücutta enerjinin azaldığını fark eder etmez açlık hissetmeye yol açan kimyasal maddeler salgıladığını belirten uzmanlar, "Ancak beynimizin bu kimyasal maddeleri salgılayan kısmı, aynı zamanda duyguları da kontrol ediyor. İşte, sıkıldığımız veya kendimizi kötü hissettiğimizde hemen buzdolabına koşmamızın başlıca sebebi bu. Ayrıca yemeklerin tadı, kokusu veya görüntüsü de açlık duygusuna sebep olabiliyor. Örneğin, yemek sonrasında canınız, tatlı vitrininde duran o dondurma kasesinden çekiyorsa, bunun sebebi kesinlikle aç olmanız değil, kontrolden çıkan yeme isteğinizdir. Eğer bunu aklınızdan çıkarmazsanız, tokken yediğiniz yemek miktarını en aza indirmiş olursunuz" ifadelerini kullanıyor.
Gün içinde sık ve az öğünler yemenin, iştahın kontrolden çıkmasını önlemenin en kolay yolu olduğunu kaydeden uzmanlar, şöyle devam ediyor: "Belki yine arada bir şeyler atıştırmak isteyebilirsiniz, ama bu sefer yiyeceğiniz miktarlar az olacaktır. Böyle bir durumda atıştırmak için sağlıklı karbonhidratlara yönelin, çünkü bu besin türü, sindirim sisteminde daha uzun süre kalıyor ve şeker seviyenizi yavaşça yükselterek daha uzun süreli tokluk hissi sağlıyor. Yapılan araştırmalara göre, tat alma duyusunu değişik tatlarla tatmin etmenin, daha az miktarlarla yetinmeyi sağladığını bildiriyor. Sürekli aynı yemeği yeme, özellikle tadı hoşa gitmiyorsa, bir süre sonra tat alma mekanizmasının iptal olmasına yol açıyor. Ve bu sebeple de kendinizi sanki hiç yemek yememiş gibi hissedebiliyorsunuz. Böyle bir durumu engellemek için öğünlerinizi taze otlarla ve baharatlarla tatlandırabilirsiniz" tavsiyesinde bulunuyor."
Su içmenin, kişinin kendisini tok hissetmesi açısından önemli olduğunun da altını çizen uzmanlar, ayrıca vücut susuz kaldığında, çoğu zaman açlık hissine benzeyen sinyaller gönderdiğini belirten uzmanlar, bol su içmenin, beden su istediği zamanlarda yemeğe yönelmeyi engelleyeceğini kaydediyor. Uzmanlar, yiyecekleri uzun süre çiğnedikten sonra yutmanın, beynin vücuda giren besinleri kaydetmesine zaman tanımak anlamına geldiğini ifade ediyor. Üstelik bu şekilde tat alma duyusunun da tatmin olduğunu vurgulayan uzmanlar, "Böylece doyduğunuzu anlamanızla, yemeye son vermeniz arasındaki zaman kısalıyor. Fazla yemekten kaynaklanan sindirim sorunlarından kurtulmanız da ayrı bir avantaj" ifadesini kullanıyor.
Uzmanlar, egzersizler zorlaştıkça vücut ısısının arttığını ve daha fazla kalori yakmaya başlandığını, bu durumun da egzersizi takip eden birkaç saat boyunca iştahın bastırılmasına sebep olduğunu bildiriyor. Böyle bir durumda normal öğün saatinden birkaç saat önce egzersiz yapmanın en mantıklısı olduğunu belirten uzmanlar, şöyle devam ediyor: "Çünkü öğün saati geldiğinde spor yapmanın verdiği etkiyle iştahınız biraz daha kapanır. Fakat asla öğün atlama hatasına düşmeyin, aksi halde hem vücudunuz zayıf düşer, hem de bir süre sonra aşırı yeme isteği duyarsınız."
19 Mayıs 2007 Cumartesi
19 Mayıs Genclik ve Spor bayramı Kutlu olsun
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)